HOŞGÖRÜ
- Mustafa Sari
- 21 Eyl 2024
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 3 Eki 2024

Uygarlık, bağışlama ve hoşgörü demektir. Yurtta barış dünyada barış.
Mustafa Kemal Atatürk
İnsanların birbirinden farklı olarak yaratıldığı bir gerçektir. Nitekim, birbirlerine ne denli benzeseler de tek yumurta ikizlerinin (resim) bile parmak izleri ve gen yapıları farklıdır.

Diğer bir anlatımla, insanların hem bedensel (ten, göz ve saç renkleri, boyu, ağırlık vd) hem de mental yapıları birbirinden farklıdır. Latince kökenli mental kelimesi, zihinsel, akılsal, ruhsal ve zeka gibi çeşitli anlamlara gelmektedir.
Vücudumuzda yürütmenin merkezi beyindir. Tepki ve anlatımlar beyinde değerlendirildikten sonra bedensel (mimikler, el-kol hareketleri vd) ve mental olarak yansır. Sonuçta bireyler arasındaki bu bedensel ve mental farklılıklar bireyleri de farklı kılar.
Hoşgörünün itici gücü, kanımca, sevgidir. Diğer bir deyişle, hoşgörü sevgiyle başlar ...
O halde, birbirinden farklı olan insanların birbirinden farklı düşünmeleri ve farklı davranmaları beklenen bir sonuç olur. Kişiler arasındaki mental benzerlikler arttıkça aralarında bir yakınlık duygusu (sempati), tersi durumda ise sevmezlik duygusu (antipati) oluşmaktadır. Diğer bir yaklaşımla, mental ortak paydaların artması insanları birbirine yaklaştırmakta ve azalması ise uzaklaştırmaktadır. Din, mezhep, spor kulüpleri, siyasi partiler gibi kavramlarda bunu kolayca görebilmekteyiz.
Kapsamlı bir kavram olan hoşgörü üzerinde de biraz durmak istiyorum. Katlanma, görmezden gelme/göz yumma, başkalarını eylem ve yargılarında serbest bırakma, kendi görüşümüze ve çoğunluğun görüş biçimine aykırı düşen görüşlere sabırla, yan tutmadan katlanma, izin verme, aldırmama, iyi karşılama gibi çeşitli anlamları sıralayabiliriz.
Bireylerde hoşgörü kültürünün oluşması üzerinde kişinin kalıtsal yapısı, aile içerisinde ve okullarda aldığı eğitim ve içinde bulunulan sosyal çevre gibi faktörlerin etkili olduğu söylenebilir.
Hoşgörünün itici gücü, kanımca, sevgidir. Diğer bir deyişle, hoşgörü sevgiyle başlar. Sevgi ise, kişiler arasında barış ve uzlaşma doğmasını kolaylaştırır. Buradan çıkarak, bir toplumda hoşgörülü bireylerin artması, barış havası yaratır diyebiliriz. Tersi durumda ise kargaşa, hatta çatışma gelişebilir.
Bireyler arasında kimi farklılıklar varsa da genellikle, eleştirel karşıt görüşler pek beğenilmemektedir. Oysa, eleştiri, bir kişi ya da konuyu doğru ve yanlışları ile gösteren bir anlatım biçimidir. Bireyler, özünde hakaret ve şiddet içermeyen eleştirileri soğuk kanlı biçimde değerlendirirlerse diğer bir deyişle hoş görürse, eleştirilerden yararlanır ve kendisini daha geliştirir. Çünkü, kendi artılarına diğerlerinin artılarını da katar. Ne var ki çoğunlukla eleştiriler olumlu yönde bile olsa, pek hoşgörü ile karşılanmaz, hatta pek sevilmez. Bireyler arasındaki bu olumsuzluk toplumun tümüne de yansır. Bu durum spor kulüp taraftarları, parti sempatizanları, dinler, ırklar ve mezhepler arasında çokça görülmektedir. Böyle bir tablonun ortaya çıkmasında çeşitli faktörler rol oynar: Bir toplumda/ülkede hoşgörü kültürünün oluşmasında spor kulüplerinin başkanları, parti başkanları ve ülkede yürütme erkinin (başbakan, kral/kraliçe, cumhurbaşkanı vs) kullandığı dil yani üslup da çok etkili olmaktadır. Barışçı, hoşgörülü ve kucaklayıcı bir dil toplumda dinginliğe ve barış havasının doğmasına, tersi durumda ise huzursuzluk, kamplaşmalar, kargaşa gibi durumlara yol açabilir.
Ülkemizdeki hoşgörü düzeyi yürekler acısı. Nitekim, görsel ve yazılı medyada hoşgörü dili yerine kırıcı hatta hakaret ve tehditlere kadar varan anlatımlara rastlanmaktadır. Ne yazık ki eğitim düzeyi bile bu bağlamda beklenen olgunluğu yaratmamıştır. En güzide yüksek öğretim kurumlarından biri olan Boğaziçi Üniversitesinden mezun olanların bile yazılı medyada üzücü anlatımlarına rastlanabilmektedir.
Eleştirilere karşı hoşgörü bakımından bireyler arasında farklılıklar olduğu gibi ülkeler arasında da farklılıklar görülmektedir. Demokrasiyi iyi özümsemiş diğer bir anlatımla olgun demokratik ülkelerde eleştirilere karşı hoşgörü kültürünün daha gelişmiş olduğunu söyleyebiliriz.
Bu konuda televizyonda bizzat gördüğüm bir örneği vermek istiyorum: Yıllar önce, Almanya Şansölyesi Gerhardt Schröder, bir salonda topluluğa karşı yaptığı konuşmanın sonunda dinleyicilerden birinin attığı yumurta şakağında patlamıştı. Schröder, oldukça sakin bir şekilde, cebinden çıkardığı bir mendille yüzünü temizledi ve toplantıdan ayrıldı. Sanırım, hiçbir güvenlik görevlisi de protestocuyu yakalayıp götürmedi. Bizde olsa, tepki böyle mi olurdu?
İnsanlık tarihine baktığımızda oldum olası yönetici erk, eleştirilerin kaynağını bastırmak hatta susturmak için günümüzde derin devlet olarak tanımlanan gücü kullanmıştır. Bunu çok tanınmış iki örnekle açıklamaya çalışacağım.
İlk örnek olarak Sokrates’i ele alalım: Ahlak felsefesinin kurucusu olarak kabul edilen Sokrates (MÖ 466-399), yönetici güçler tarafından görüşleri beğenilmediği için ‘’Atina şehrinin tanrıları yerine başka güçlere inanma hatta gençliği zehirleme’’ gerekçesiyle yargılanır ve ölüme mahkûm edilir.
İkinci örnek olarak Galileo Galilei (1564-1642): İtalyan astronom, fizikçi, mühendis, filozof ve matematikçi. Rönesans'ın bilimsel devrimine büyük katkıda bulunan bilim insanına “gözlemsel astronominin babası”, “modern fiziğin babası” ve “bilimin babası” gibi isimler takılmıştır. Galile, bilindiği üzere, dünyanın güneş etrafında döndüğünü söylemiştir. Engizisyon Mahkemeleri tarafından 70 yaşındaki Galileo Katolik Kilisesine göre başı ezilmesi gereken bir yılan idi! Önce ölümüne sonra da cezası ev hapsine çevrildi. 1642 yılında ölünceye kadar, gözleri görmemesine rağmen izole edildi. Dostları tarafından kendisine adeta yalvarılarak (633) mahkemede, ‘’görüşünden vazgeçerek dünya dönmüyor!’ demesini aksi halde öleceği’’ söylendi. Bunun üzerine o da diz çökerek bu öğretiden vazgeçtiğini söyler. Ancak tam otururken fısıltı halinde, ''Eppur si muove !’’, yani ‘’Yine de dünya dönüyor’’ dediği söylenir.
Sonsöz : Ülkemizde de yönetici erkin eğitimde dinsel ve ulusal bir bakış yerine evrensel ve hümanist bakışla bilimsel bir yol izlemesi gerektiği görüşündeyim. Hoşgörülü bireylerin oluşturduğu bir toplumda iyimserlik, dirlik, gönül rahatlığı kısaca mutluluk gelişir.
Atatürk ne güzel özetlemiş: ‘’Uygarlık, bağışlama ve hoşgörü demektir. Yurtta barış dünyada barış’’.
Yüreğnize sağlık. Müthiş doyurucu bir yazı. Sevgi ve saygılarımla…
Mustafa Ağabeyim, eline, emeğine, yüreğine sağlık...
Not: Metinde bir paragraf iki kez tekrarlanıyor dikkatine.
Muhtar KUTLU